Mitolojik bilinç, eski zamanlardan günümüze kadar hemen
hemen her kültürün temelini oluşturur. Mitoloji, bireyin veya
toplumun kendini anlamlandırabilmek için doğayı ve evreni
tanımaya yönelik sormuş olduğu soruların kolektif edinilmiş
bilgisidir. Bu bilgi uzam ve zamanda kültürler arasında veya
aynı toplulukta sözlü/yazılı kültür ortamlarında nesilden nesile
aktarılır. Toplulukları bir arada tutan, onları boy/klan/
ulus fikri etrafında birleştiren millî unsurlar ve bilinçdışı
etkenler mitolojik imgelerden meydana gelir, fakat insanlık
bunun farkına geç varabilmiştir. İstanbul’un fethiyle Avrupa’da
karanlık çağ sona ererek bilimin ve aklın egemen olduğu aydınlık
çağ başlar. Avrupalılar yeni ticaret yolları bularak kıta
Amerika’sı ve Afrikası’ndaki yerlilerle tanışır. Onların ilkel
yaşamları Avrupalılarda merak ve hayranlık uyandırır. Her
ne kadar onlara duydukları hayranlığın yerini zamanla köleleştirme
ve yok etme fikri alsa da kendi ülkelerinde halka
yönelmelerini sağlar. İlkel olarak adlandırılan bu insanların
dürüst ve eşitlikçi yaşamları “bon sauvage” (soylu vahşi) kavramını
ortaya çıkarır. Montaigne’nin Denemeler’i onlara bakış
açısını yansıtan önemli eserlerden biridir. Avrupalılar kendi
soylu vahşi dönemlerini görmek için ilkel ile yüksek zümre
arasında şehirden uzakta taşrada yaşayan, kültürel anlamda
bozulmamış olarak gördükleri köylülere yönelirler. Halk bilimi
çalışmaları başlangıçta, yazarların daha çok gezip gördükleri
yerlerdeki insanların yaşam biçimlerinin karşılaştırmalı (ilkel
ile kendi kültürlerini) olarak incelemesiyle ortaya çıkar.
Avrupa’nın ekonomik refahı, Rönesans, Reform, Hümanizm,
milliyetçilik vb. hareketleri, kilisenin baskıcı tavrı nedeniyle
dinin sorgulanması gibi ekonomik, kültürel ve siyasi değişimler
folklorun bilimsel alt yapısını hazırlar. Başlangıçta mitolojiye
özellikle dinî temelli olarak hurafe, batıl inanç, boş söz vb.
olumsuzlayıcı bakış açıları on dokuzuncu yüzyılda ortadan
yavaş yavaş kalkar. Özellikle on sekizinci yüzyılda İngiltere’de
James Macpherson ile başlayan Ossiancılık akımı Almanya’da
Herder’le “saf ulus” fikrine evrilir. On dokuzuncu yüzyılda J.
ve W. Grimm kardeşlerle birlikte mitoloji çalışmaları bilimsel
hüviyetine kavuşur. Avrupa saf ulus fikrini yaratırken eskiye
dönerek Roma/Yunan mitolojisini kendine referans olarak alır.
Türkiye’de mitoloji çalışmaları Avrupa’dan bir yüzyıl sonra
folklor disiplinin anlaşılmasıyla başlar. Onlarda olduğu gibi
çalışmalar daha çok ulus fikri etrafında yürütülür. Araştırmacılar/
yazarlar, Türk kültürünün yeniden yaratılma aşamasında
çoğunlukla İslamiyet öncesini referans alarak Gök-Tanrı,
Ergenekon, Yaratılış, Bozkurt gibi mitik imgeleri kullanırlar.
Daha sonra Batı hayranlığı ve küreselleşme gibi nedenlerle
oluşturulmaya çalışılan bu imgelerin yerini Yunan mitolojisindeki
mitik öğeler almaya başlar.
Bu çalışma Disiplinlerarası Mitoloji, Türk Mitoloji Çalışmaları,
Uygulamalı Halk Bilimi ve Mitoloji ve Modern Mitoloji olmak
üzere dört bölümden meydana gelir. Eserin dört bölümden
oluşması bilinçli bir tercih olup aynı zamanda dört sayısının
mitik kökenine gönderme yapar. Dört sayısı, yaşam için gerekli
olan aynı zamanda anâsır-ı erbaa olarak da bilinen “dört
unsur”un (su, hava, toprak, ateş) ve maddi düzenin simgesel
değeridir. Annemarie Schimmel’in Sayıların Gizemi (2011:
98) adlı eserinde dediği gibi dört sayısı “dünyada bilinen ilk
düzenle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır ve bu da oluşumların
kafa karıştırıcı çok yönlülüğünün sabit formlar biçiminde düzenlenmesiyle, doğadan uygarlığa doğru bir değişimi işaret
eder.”1 Bu bağlamda kitaptaki her bölüm birbirinden bağımsız
görünmekle birlikte bir bütünü oluşturur ve mitoloji araştırmalarının
değişimine vurgu yapar.
Su: Disiplinlerarası Mitoloji adlı birinci bölümün ayrıca
kitabın da ilk yazısı Doç. Dr. Ali Öztürk’ün Mitolojik Bilginin
Sosyo-Politik Temelleri ve İmge-Epistemik Modellenmesi: Mitoloji
İmajolojisine Giriş isimli çalışmasıdır. Öztürk, mitolojiyi şiir,
sanat, edebiyat vb. bilimlerin yöntemleriyle değerlendirilmesinin
yanında sosyoloji, antropoloji, psikoloji vb. disiplinlerin de
yöntemleriyle incelemenin ona geniş olanaklar sağlayacağını
söyler. Bu çerçevede “imge-epistemolojisi (ruh-suret mefkûresi)
nazarıyası olarak geliştirdiği İmajoloji Disiplini” bağlamında
yeni bir mitoloji okumasını önerir. Çalışmasında imajolojinin
imkanları çerçevesinde mitolojik bilginin oluşumu ve motivasyon
aldığı süreçlerin beraberinde getirdiği etkileri veya etki
imkanlarını sosyo-politik düzlemde analiz eder.
Dr. Gizem Akcan, Psikoloji Çerçevesinde Mitoloji Olgusunun
İncelenmesi isimli yazısında mitoloji olgusunu, onun bilinçaltı,
bilinçdışı vb. ilişkilerini Freud, Jung, E. Fromm ve Campbell’in
bakış açısıyla değerlendirir. Mitolojiden psikoloji bilimine geçen
“Adonis Kompleksi, Aşil Sendromu, Katarsis, Echo, Oedipus
Kompleksi, Siren Miti, Fobi ve Pygmalion Etkisi”ni inceler. Akcan,
bunlara ek olarak, günümüzde görülen pek çok psikolojik
rahatsızlığın mitik ögelerden hareket edilerek isimlendirildiğini
ve insanoğlunun eski zamanlara ait açıklamalarının modern
dünyada hala önemsendiğinin altını çizer. Ayrıca psikolojinin
önemli veri kaynaklarından biri olan mitler, “psikomitoloji”
gibi yeni çalışma alanları da oluşturduğu vurgular.
Prof. Dr. Muharrem Kaya, Vatan Toprağının Kutsallığının
Mitolojik Temelleri’nde milliyetçilik ideolojisi bağlamında, Frig,
Hitit, Sümer, Babil gibi eski medeniyetlerden günümüze, Amerika
kıtasından Uzakdoğu’ya toprak olgusunu çözümler. Kaya,
toprağın Batı’da antik dönemlerden modern döneme nasıl değişim
geçirdiğini sorgular. Ayrıca Türk kültüründe ise Orhun
yazıtlarından İslami döneme ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
kadar yer-su iyelerinin kutsallığından, millî kültürün coğrafyası
olan kutsal vatan toprağına giden süreci analiz eder.
Hava: Türk Mitoloji Çalışmaları isimli ikinci bölümde Ergin
Altunsabak, Türkiye’de Mitoloji Yönelimleri ve Türk Mitolojisi
Çalışmalarının Gelişimine Kısa Bir Bakış adlı çalışmasında
Türkiye’de mitoloji çalışmalarını Avrupa ile karşılaştırmalı
biçimde okur. Ona göre Türk mitolojisi çalışmalarına olan ilgi
ulus inşası sürecinde halk bilimi ürünlerinin keşfiyle gerçekleşir.
Ek olarak son dönem Türk mitolojisine dair çalışmaları
da kronolojik olarak aktarır.
Seçkin Sarpkaya, Türk Halk Bilimi ve Türk Kültür Tarihi
Bağlamında Türk Mitolojisinin Genel Yapısı Üzerine Bir Deneme’sinde
bu çalışmayı neden gerçekleştirdiğini “Bu makalenin
amacı ne değildir?” sorusu üzerinden yanıtlar. Sarpkaya,
Spinoza’nın “Her belirleme bir reddetmedir” ilkesini Türk
kültüründeki “Efradını cami, ağyarını mâni” sözüyle ilişkilendirerek
makalenin amacını; “Türk mitolojisi”, özellikle “eski
Türk mitolojisi” denildiği zaman dikkat edilecek unsurlar ve
genel yapı üzerinde durmak olarak açıklar. O, Türk mitolojisinin
coğrafi ve tarihî kapsamı gibi genel konulardaki terminolojik
problemlere de açıklık getirir.